Anıl BAKAR

Anıl BAKAR

ANIIIIIIIIIIILLLLL

24 Aralık 2013 Salı


Su

7 Aralık 2013 Cumartesi


Bu fotoğrafa bir daha baktım da; suya karışmaya başlamış bir hâl var. Su sen oluyor, sen su.

4 Bayram oldu, yoksun.

14 Ekim 2013 Pazartesi




Bugün kurban bayramı arefesi. Yarın muhtemelen geride bıraktıklarınla beraber kahvaltı yapıp bayramlaşacağız. ordan burdan konuşuruz işte. olsaydın  laflardık bir iki plan yapardık kim bilir.. Muhtemelen doğada bir yerlerde olurdun zaten ama şimdi nerede olduğunu pek bilemiyoruz ya, o zaman en azından şu dağda, şu kanyonda, şu yaylada filan olduğunu biliyor olmak bir güvence gibiydi sanki. eh işte ; keşke olsaydın yarın ki bayramda





Kanyon araştırma derneği senin adına son nefes aldığın noktaya bir hatırat bırakmış. Sağ olsunlar .



Geldik

26 Ağustos 2013 Pazartesi


1 yıl geçip gitti . Hala inanamıyorum, hala ağlıyorum. Hala bekliyorum çıkıp geleceksin ansızın diye. Sana geldik işte ailecek. Ablanlar geldi , eylül geldi. Annemle çok ağladık yukarıda yalnız kalınca. Ama gerçekten çok ağladık. Ablanlar da çok ağladı onlar zaten bir yıldır ağlıyor. Özlüyoruz olm. inanamamıyoruz. Ne yapsak olmuyor. Ablanın dediği gibi: Galiba hiç ölmeyecek ve bizi böylece sonsuza kadar bekleteceksin. 
Biraz da kırgınım olm. Çarçabuk unutulmana  dargınım. Benim sıkça kullandığımca dingilin teki olsanydın umurumda olmazdı olm. Ama elinden tuttuğun, sohbetine katıldığın, çabaladığın kişiler .. neyse olm kal orada. Nasıl da güzeldi kanyon. Kıskandım hafifiten. Şahane bir rüzgar ve suyun uğultusu ile kuşların sesi birlikte. Allah' a emanet


Arkadaş

15 Ağustos 2013 Perşembe



 1 yıl geçti. "Ha geldi, şimdi kapıdan içeri girecek, az sonra arar, telefona mesaj bırakır" diye bekledik ama ne geldin ne de aradın.  3 gün sonra yanına geleceğiz ama şimdi ne hissediyorum bildin mi ;  iyi bir arkadaşın yokluğunu.. Neşeyle güldüğümüz, kendimize geldiğimiz o tepelerdeki sesleri.. seni..
Ne güzel arkadaşımdın olm, arkadaşsız kaldım.

Geldim geldim

22 Temmuz 2013 Pazartesi



 Koşuyordum. Birisi gaz bombası attı arkamdan, sokağı döndüm. Karşılaştık yada yan yanaydık. Yüzün ıslak, saçın ıslak , nefes nefese: Geldim geldim..
Bir koca yıl geçti neredeyse. Yokluğunu kabul edemedik be yavrum. Bizler, ben ne yapacağımızı bilemeden geçirdik günleri. Ne yapsak olmadı. Sustuk olmadı, konuştuk olmadı, ağladık olmadı, umut ettik o da olmadı. Kalakaldık işte öyle. Kanyona doğru geliyoruz bi kaç güne. İçelim çayımızı anlatalım eskisi gibi

7 Numara

9 Temmuz 2013 Salı




Valla kanyonunda kaybolduğun noktaya vermişlerdi bu numarayı. 7. Kış girince araya kimse gidemedi oralara. Şimdi Bahar geldi, yaza çok az kaldı. Ben de oraya gitmek için bekliyorum. Ulan hayat çok boktan. Bir kez daha anladım bunu. Ve herkesin acısı kendine derler ya onu da anladık bir daha. Yaz gelirken yapıla gelen klasik planlama konuşmaları bile yok hayatımda. Tatsız tuzsuz sıradan yaşayıp gidiyoruz. Kaçırdğın pek bişey yok yani. Gelirsen anlatırız

Özledim lan olm





Özledim sadece. Sanki burası seninle ikimizin dertleştiği bir yer. Geliyorum her gün, anlatıyorum. Sesini çıkarmıyorsun. Anlıyorum, yok oldun , sessizce çıkıp gidiyorum. Gitme demiyorsun, gelme demiyorsun. Ben… işte öyle kendi kendime…Yine yaz gelmek üzere. planladığımız hiç bir şeyi gerçekleştiremedim. Zaten senle planlamıştık, ne diye başkasıyla yapayım di mi? Ama yine de sanki oralara gidersem seni daha çok hissedecekmişim gibi geliyor. Gitmek istiyorum, neden sonra gitmek istemiyorum. Ve günler böylece birer birer geçip gidiyor. Eylül hızla büyüyor,evde senden konuşuyoruz bazen. Ama çok sürmüyor, susuyoruz hep birlikte. Burnumu kırdım işte bende deyip konuyu değiştiriyoruz. Özledim

Ordaydık




Sabahları, ağlıyoruz bazen. Hiç hoş olmuyor baştan söyleyeyim. Yolda giderken mesela ablan diyor; " şurdan şöylece geçiverse ya bisikletiyle.." Ben de diyorum kendi kendime: Kafeye gelirdi iş çıkışı, sonra da sıkılıp kaçmaya çalışırdı.." . Garip..Karasu'da Limadere'nin oralarda bi köyde eski bi mağara varmış. Olaydın gündeme alırdık hemen. O tarzı seviyorum ben. Hani ööle hemen gelişen, fazla konuşmadan planı yapılan, sündürmeden gerçekleşiveren. Şimdi pek olamıyor böyle şeyler. Pek te canım istemiyor. Şu fotoğrafta iyiydik sanırım. Sonradan söylenmiş te olabiliriz. Ama kanlıçay'da hava güzeldi, kirpiyan da çay..Sigara da içerdim o vakitler. Sonra mı önce mi bilmem, çıkmıştık ya şu şelalenin üstüne, imanımız gevremişti :) Güzel gülmüşün; gülmüşsünüz yakından baktım da şimdi . Ben de salak salak durmuşum . Yüzük cini getirir mi acaba seni geri?

Rahatsız etmek istemedim

Tıpkı Anıl’a benziyordu konuşması, dudakları, peltekliği… Özellikle ilgilendim gitmesin diye , ki ilk değil ona benzettiklerim. Sanırım gitmedi gerçekten, Bazen saçı benziyor bazen boyu, bazen konuşması. Bazen sadece profilden annesine bakışı… Çoğunlukla babasının bilmediğim gençliği belki. Çok önemli değil, her geçen biraz ona benziyor, belki odur deyip anlık gördüğüm ve isteyip te peşinden gitmediğim. O olduğuna inanmak istediğim biraz.ve geçen gün balık tutuyordu. Hiç rahatsız etmek istemedim…. Kondor

Ağlarım

SİLİNİR MİSİN ŞİMDİ SEN? - ÖZLESEM…ÇOK ÖZLESEM HATIRAM MI OLURSUN? - SEVSEM..YİNE SEVSEM YOK MUSUN YANİ? - HEP SENİ ANSAM. ALIŞMASAM OLMAZ MI? -BİÇAREMİYİM. O ZAMAN; AĞLARIM . Kondor

....

Seninle sadece iki etkinlikte karşılaştık. İlk etkinlik dönüşü fazla konuşmamamdan dolayı “ne ketum bir kızsın” dediğinde içimden sana önyargılı ukalâ demiştim. İkinci ve son karşılaşmamız bir iftar etkinliği ve sonrasındaki Kartepe kampındaydı. İyi ki Kerem’i dinleyip o gece kampa kalmışım. Seni biraz daha tanımama sebep olan Kerem ve ölüm haberini bana “Anıl vefat etti, cenazesinin çıkarılmasını bekliyoruz” diye ulaştıran da yine sizin deyiminizle Keke’ydi. Mesajı okuyunca aklıma Kerem ve senle kamp dönüşü yolda söylediklerin geldi “bazen diyorum yaş şöyle yetmişi bulana kadar yaşayayım vs., sonra diyorum oğlum o kadar yaşayıp ne yapacaksın hayat işte dert sıkıntı başka bir şey değil, otuzbeş bana yeter” az önce yaşlanmaktan bahsediyordun ne çabuk vazgeçtin deyince ”bakma seher öyle dediğime ben uzun yaşamam”. Kerem ve arabası o gün senin dilinden çok çekmiş, eğlenceli bir dönüş yolculuğu olmuştu. Kayıp haberinden birkaç gün sonra doğum günümdü ve ilk defa bu günde uykuya dalana kadar birşey istedim ama olmadı. Uyandığımda kardeşime ilk söylediğim şey “Anıl öldü” oldu, bir kaç gün sonra da arama çalışmalarına son verildi. Gerçi her ne kadar yokluğunu kabul etsek te, bir yerden ansızın çıkıp gelecekmişsin gibi bir duygu besliyorum. Bir gün bir şekilde yeniden görüşecez… Kamp dönüşü arabada söylemeye çalıştığın ve her dinlemede bana seni hatırlatan o şarkıyla sana vedâ ediyorum… “Öyle uzaktan uzaktan hiç konuşmadan Nasıl da bağladın beni Hani bir geldin bir kayboldun…” Bu hikayene farklı bir son lâzımdı… Seher Yıldırım

BAK(AR)INIZ LÜTFEN

20 Şubat 2013 Çarşamba

Az sonra aşağıda ölüm ile yaşamın tanımını ve şizofrenik bir mektubu Anıl BAKAR’ın bu web mezarında kendisi hariç, önce Tanrıya, sonra herkese servis ederim…
Afiyetle…
Sayın TANRI,
Teknoloji sahiden geliştiyse sanal mezardan dualarımın merhum Anıl BAKAR’a altın tepsilerde sunulmasını, hatta daha da geliştiyse bu dünyaya geri yollanmasını arz ederim.
Sayın HERKES,
Okurken lütfen kalbinizi dik konuma getiriniz…
Ölüm: Bir ruhun bedenini satışa getirme hali.
Yaşam: Bir bedenin ruhuna aşk hali.
Bu basit tanımlamalar anıları yâd etmek için değil, hafızayı kuvvetlendirmek içindir. Zaten hepi topu kaç anımız var… Ama sevdim seni, öldün yine sevdim, ölmeseydin yine severdim. “Keşke daha fazla görüşseydik…”gibi basmakalıp laflar yoktur ben de. Ölmeseydin de görüşemezdik eminim. He ölmeyip de film sahneleri gibi çıkarsan bir yerlerden, “Bu defa söz, görüşeceğiz” durumu da yalan bir melodram. Zaman, mekân, bahaneler falan filan. Buraları –bana gelene kadar soracağın çok kişi var ama- bana da sorarsan aynı. Dünya işte. Yaşıyoruz. Sen de yaşıyorsun ama farklı bir gezegende. Ölümler benim için bir seyahattir. Başka bir şehirde yaşayan akrabalardır ölüler. On yıllardır görüşmediğin ama ölüm haberini aldığında ağladığın akrabalara ben ağlamam ama babam hep ağlar, güya çaktırmaz. Seni tanımasaydım sanırım ağlamazdım ama laf aramızda zırlamadığımda, “Burada olsan, geçirmediğimiz günlerin acısını çıkartırdım, hep takılırdık birlikte” demek kadar yalan. Siz ölenlerin bizlere üzüldüğünü düşünürüm. Bir yerlerde … geçtiğinizi. Kompleks oldu bu ben de; “Ulan ne kaynatıyorlar acaba şimdi?” düşüncesi biz tabut başında zırlarken, ya da ruhu tarafından satışa gelmiş bir bedeni ararken… “Bir bilseniz burası şahane, ağlamazsınız yahu!” dediğinizi. Umarım öyledir. Öyle değilse bile, hayal kırıklığı yaşamadığını tahmin ediyorum. Ne de olsa Türkiye’de yaşıyordun. Buradan daha kötü olamaz eminim…
Burada yazılanları okuyormuşsun gibi bir hava içinde buraya yazanlar –ben de dâhil- dikkat ettiysen. Bu eğlenceli oluyor çünkü. Kim giriyorsa siteye, o okuyor senin haricinde. Okuşuyoruz yani… Sanı içinde takılıyoruz tabir-i caizse. Benciliz aslında ruhu tarafından satışa uğramış birine ağlarken bile. Onunla konuşuyormuş gibi yaparak tatmin olma, üzülmeme peşindeyiz. Senin için değil, kendimiz üzüntümüzü hafifletmek için. Benciliz dedim işte. Ben değilim bilgine olsun. Üzülmemek, unutmak en büyük küçüklüktür benim için. He kendimi paralayıp, kafamı duvarlara da vurmayacağım. Nedenini yukarı da açıkladım. Bir yerlerde … geçtiğiniz fikri içim içimi kemiriyor biliyorsun. “Çok şanslısınız.” diyorum bu kemirme bana tecavüz ederken. Cümleler direkt sana doğru koşmakta. Cümleler koşup koşup yorulmamakta ve cümleler adressiz mektuplarla sana ulaştırılması için iletişim tanrılarına teslim edilmekte. Bir halt okuduğun yok oysaki. Öte taraftasın ya da değilsin. Önemli olan artık halamın yanında olmadığın benim için. Aslında bunu düşününce de Çerkesliğe aykırı davranıp küfür bile edesim geliyor sana halamı sattığın için ama orada da baba var, haydi yine iyisin onun sayesinde yırtıyorsun terbiyesiz cümlelerimden gözlerimi doldurarak.
Öz olarak; neredeysen, okumadığın da bir garanti yazdıklarımı, bu yüzden bu haynepeım (Ayıbım) sana karşı. Büyüğümsün kızma e mi? Dua edemediğim zaman küfür ederim ben, orada kabul etmezler ama sen had dışı küfrümü dua olarak alırsın değil mi? Bir günah daha çentik atmasınlar yetkili melekler kitabıma.
Empati kuruyorum kayıp haberinden beri, herkesin yerine koydum kendimi… Evvela halamdan başlayarak, Çiğdem Ablam, Özlen Ablam, Hayati Ağabey, Sena ve Eylül’ün bile (ki en eğlenceli onun tarafıydı) bir senin yerine koyamadım kendimi. Koyarsam zaten fırtınalar estiririm bu dünyada. Bir şeyler yazabilirim herhalde ödüllük. Yazım, oyununum, hikâyem ödül alır almaz da, ödülü direkt o toprak, o ağaç, o su, o taş, o hava olduğun kanyona varıp fırlatırım. “Sayende” mesajı vermek için. Mesajları sevmem oysaki, “Mesaj vermek istiyorsan telgraf çek” diyen Woody Allen’ı severim ama telgrafta çekmem. Bu yuzden msnim açık hala, millet seni evine, sokağına, odana gelir diye beklerken, ben msne gelmeni bekliyorum. Arada bir titretiyorum ama hoparlörün sesini kısmışsın, uykunda haliyle duyamıyorsun. Amma uyudun yahu. “Uyan haydi kalk” demiyorum. Uyumak en iyisi. Buralar böyle işte, okumadığını ve akraba, eş, dostunun okuduğunu bildiğim yazımı sonlandırıyorum. Sana buradan selam yollamıyorum. Ne yapacaksın orada selamı, para etmez, aşk etmez. Okuyan-okuyamayan bazı kan bağımlısı olduğum kimselere; ben Anıl BAKAR’ın ruhunun, çoook sonra tanıştığı dayısının oğlunun ruhuyum diyor ve onu sizin kadar çok tanıyamadan sanırım sizden daha çok seven ve daha daha çok sevmek için vakit ayırmayan biri olduğumu bildirmek istiyorum. Yanlış anlaşılmasın, hiç tanıştırılmayan akrabaların, akraba tanımına girmesine sebebiyet veren akrabacıklara; kapak değil size bu, sıradan bir gazetenin üçüncü sayfa haberi yalnızca. Başı ve sonu sizindir, sahiplenip paraf atmak benden çok sizin haddinize. Yetim ve kopuk büyüyen beşkardeşin beşinden de “Bari çocuklarımız bir büyüsün” inceliğini beklemek ne haddime. Beşinin de canı cennete.
Hayalle-SAĞLIKLA
Sarıldım ruhuna…
He birde, hafız yeğeniyiz ayıp olmasın dine kitaba, El-Fatiha.
Ağabeyim… Adamlığına hayran olduğum ANIL AĞABEYİM.
Tabiat Ana’ya emanet ol.
Şafak TOK

Her sabah

18 Şubat 2013 Pazartesi



Her sabah,” gelmişin de eskisi gibi anlatıyoruz, şunu bunu yapalım diyoruz” şeklinde rüyalar görüyorum. Bu fotoğrafa bakıyorum sonra; hiç gitmemişsin gibi. Dur bi arayayım diyorum telefonun iptal olduğunu anlıyorum. Sıkılıyorum ama, kaybolmak isteyen biri nasıl davranır? diye düşünüyorum ve cevaplıyorum: tabii ki o numarayı kullanmayacak. Böyle iki arada bir derede geçen günlerde, günlük olaylara dalıp unutunca seni kızıyorum kendime. Sanki sen de kırgınsın bana, birilerine.. Öyle bakıyorsun bu fotoğrafta. Bugün 180 gün oldu gideli. Hazırladığın kekler, çaylar, uzattığın ellerin , söylediğin sözler ve hadi şöyle diyeyim son akşam annene bıraktığın pide hatırına cennete doğru gitmişsindir umarım. Ağlattın gene kal sağlıcakla

Demirkazık, bir zamanlar

7 Şubat 2013 Perşembe




Köyden dağa otostop çekerek gittik tabii, yüzde yüz beleş :) teyzeyle amca aldı arabalarına bizi, amma meğer teyzem çok doluymuş bolca konuştu - teyze; kızım benzetmek gibi olmasın geçen sene böyle sen yaşlarda bi kızla çocuk gelmişti havada aynen böyleydi onlarada gitme dedim - ben; :o - teyze; e dinlemediler tabi gittiler siste kalmış çocuklar tepeden düşmüş kızcağız ölüsünü indirdiler, yazık - ben; :O - teyze; gitmeyin yawrum bak hava yine öyle. çok umursamadık tabi, ama inceden bi moral bozulması olmadı değil, neyse hörgüçün altına kadar geldik, ama sağlam sis gelmeye başladı, anıl ne dersin dedi, dedim sen ne dersen; güvenirdim çok ona tamam dese tamamdım ama baktım oda olumsuz sora benimde lanet teyze geldi aklıma 'gitmeyin yawrum' nöff geri döndük. tekrar geliriz dedik, daha günlerimiz var dedik, gelemedik. iyi ki de gitmişiz o zaman.

Yavaşça

3 Şubat 2013 Pazar


Usulca, yavaşça, sessiz sedasız hayatlarımızdan çıkıp gidiyorsun olm. Her dakika aklımdayken, her dakika yok oluşuna hayret ederken artık saat başı aklımdasın. İlerleyen zamanlarda, önce gün içinde bir kez, sonra haftada bir , ayda bir ve ara sıra aklıma geleceksin evladım. Babamı da böyle unuttum ben, annemi de böyle unutuyorum.
Bugün Dikmen’e gittik. Hani o siste salakça bi kavis çizip terse çıkmıştık ya, hava da açıktı onun nasıl olabildiğini çözmeye çalıştım, yine işin içinden çıkamadım.İmkansızı başarmışız. Dönüşte Tuncay’ın Dikmen de çektiği bir video beni karşıladı eskilerden. Mutlu oldum , mutsuz oldum bi acayip oldum olm.
Güzel adamdın be ibrikçim .Umarım dediğimi dikkate alıp söylemişsindir kalbinden en azından…
Edit: Sabah rüyam aklımda; gelmişsin, kaldırımın kenarına oturmuş konuşuyoruz:
-Nerdesin olm kaç aydır?
- Geldim işte eniştee
- Olm nasıl yaşadın lan orda ne yedin ne içtin?
- Suyla karışınca makarna gibi olan şunlardan yedim, biraz da toprak ..
- Lan yazıyom facebook tan “Geldi” diye.
- Yarın malzeme almaya gidelim enişte
-Gidelim
-Olm bana bak saçlarda beyazlar var lan
- Senin saç kalmamış enişteee

Ateş dansı

25 Ocak 2013 Cuma





Her kampın yatmaya yakın ritüeli ateş dansı. Çadırlar kurulmuşodunlar toplanmış, ızgarada sucuklar-köfteler , közde patatesler yenmi, ş ve yatmaya yakın ortadoğu ve balkanların ünlü ateş dansçısı yine sahne almış. Alkış kıyamet gırla gitmiş. Şimdi kim yapacak ateş dansını?

Ne değişti?

24 Ocak 2013 Perşembe

gitmek neyi değiştirdi ? yani seviyorsun diye? en çok sevdiğin şeyi yaparken gitmen ne kazandırdı ? biz ne kazandık? ne kaybettik? elde ne kaldı? elde ne vardı?  -Tuncay-

Aaaaah

15 Ocak 2013 Salı


Gitsem şu Kazantepe'deki yere, dursam orada öylece. Orada kalmış mıdır bir izin? Gittim gittiğimiz bi kaç yere. öyle durdum, oturduğumuz gibi oturdum, baktığımız gibi baktım. Baktım bakmasına ya, içim acıdı olm. Hissediyordum, sanki biliyordum üstelik; oradaydık. Oradaydım ama bir daha o ana hiiç dokunamayacağımı da bildim. Acıdı içim, acıdı. Bir aaaahh çıktı ağzımdan içim burkularak gözüm yaşararak. Acıttı. Acıyınca içim hemen bakıyorum şu neşeyle geçen günde çekilen fotoğraflara, bu sefer efkarlı bir ahh çıkıyor. Aaahhhh işte
 

Çok okunanlar